Bu çalışma ''12. Kadınlara Yönelik Suçlar Konferansı''ında sunulmuştur.
İçindekiler:
1. Önsöz: Dalia Mogahed
2. Aile İçi Şiddet Üzerine İslami Perspektifler: Tesneem Alkiek
3. 12. Kadınlara Yönelik Suçlar Konferansı'ndaki Tebliğ: Ömer Suleiman
4. İslam, Namus Cinayetleri Probleminin Kaynağı Değil, Aksine Bu Sorunun Çözümünün Bir Parçasıdır: Jonathan Brown
Önsöz: Dalia Mogahed
17 Kasım 2001 tarihli radyo konuşmasında, devrin First Lady'si Barbara Bush, teröre karşı savaşı ''kadınların hakları ve onuru için mücadele'' olarak resmetmek suretiyle Afganistan'daki savaşa destek toplamaya çalıştı.
Başkan Donald Trump’ın müslüman çoğunluklu 6 ülkeden Amerika'ya yapılan seyahatleri sınırlandıran hükümet kararı, Birleşik Devletler’deki sözde ''namus cinayetleri''nin kayıt altına alınmasını gerektiren bir hüküm içermektedir. Kararı eleştiren insan hakları savunucuları, ''namus cinayetleri'' kavramının, genel olarak aile içi cinayeti ele almanın aksine, müslümanların kadınlara yönelik şiddete eğilimli olduğunu ima eden sinsi ve üstü kapalı bir saldırı olduğunu ve dolayısıyla da ''müslüman yasağı'' olarak isimlendirilen kanun için bir gerekçe olarak kullanıldığını iddia ettiler.
Dışarıdan bakınca bu örneklerin her ikisi de müslüman kadınları kendi kültürlerinden korumaya yönelik bazı iyi niyetli girişimler gibi görünse de, aslında bu örnekler, sonuç olarak bu durumdaki pek çok kadına zarar veren politika ve eylemlerle ilişkilidir. Ayrıca, bu mesele ile ilgili herşey orjinaliteden ve yenilikten uzaktır.
Müslüman kültürleri, özellikle de kadın düşmanlığına ve kadına karşı şiddete eğilimli olan müslümanları kötülemek, müslümanlara karşı işlenen zulümleri, hatta müslüman kadınlara karşı devletin işlediği savaş formatındaki zulümleri haklı çıkarmak için batılı güçlerin yüzyıllardır uygulayageldiği bir taktiktir. Örneğin, İngiliz ve Fransızlar, Kuzey Afrika ve Orta Doğu'nun şiddet yoluyla sömürgeleştirilmesini ve ekonomik istismarını haklı çıkarmak için ''kadınların özgürlüğünü'' uzun bir süre kullanmışlardır. Müslüman kadın ve erkeklere yönelik şiddeti ve müslümanlara karşı ayrımcılığı haklı çıkarmak için, kadına yönelik müslümanlar şiddeti ile ilgili söylemleri batı kamuoyunda tekrar tekrar gündeme getirmek, maalesef, politik ideolejilerin toplumu kolayca aldatmak için kullandığı elverişli bir araçtır. Son zamanlarda yapılan anketler, özellikle kadınlara muamele konusunda müslümanlarla ilgili olarak kamuoyundaki olumsuz algının yaygın olduğunu göstermektedir.
Kadına karşı şiddeti, sadece müslümanlar uyguladığında eleştirmek, bu şiddeti evrensel insani bir problem olarak kabul etmekten ziyade kültürel bir temele isnat eder. Bu tutum, bir müslüman tarafından gerçekleştirilen kadına yönelik her türlü şiddet eylemi ''namus cinayeti'' olarak adlandırılırken, Batı demokrasilerindeki egemen kültürde işlenen kadınlara yönelik benzer saldırıların ''aile içi şiddet'' olarak adlandırılmasıyla kendini tam olarak belli eder.
Bu tutarsızlık, Birleşik Devletler'deki aile içi cinayetlerde öldürülen kadın sayısına kıyasla, sözde ''namus cinayetleri'' nin sayısı göz önüne alındığında daha net bir şekilde anlaşılmaktadır. BM, her yıl dünya çapında 5000 adet sözde "namus cinayeti" meydana geldiğini tahmin etmektedir. Bu suçlar müslüman toplumlarla sınırlı değildir ve farklı kültürler ve dini topluluklar arasında da yaşanmaktadır. Bu, Adalet Bakanlığı istatistiklerine göre, 2007 yılında ABD'de hayat arkadaşı tarafından öldürülen 1600'den fazla kadına karşılık geliyor. Yakın aile üyelerinden biri veya kadınları kontrol etme ihtiyacı ile harekete geçen özel bir ilişkiye sahip hayat arkadaşları tarafından uygulanan kadınlara yönelik şiddet eylemleri bu rakamlara dahil olmasına rağmen, bu tür olaylar çok nadiren aynı kategoride incelenmektedir. Sonuç olarak, bu olaylar karşılaştırıldığında, kadına yönelik şiddet sorununun genelde müslümanlara has bir sorun olmadığı gayet açıktır.
İslamofobi ve emperyalizme hizmet etme adına gayrımeşru bir şekilde kullanılan feminizmin derin etkisine karşı, şimdi, müslüman topluluklar arasında kadına karşı şiddet gibi çok önemli bir konuyu müzakere ediyoruz.
ABD'de, araştırma yöneticisi olarak görev yaptığım Sosyal Politika ve Uyum Enstitüsü (The Institute for Social Policy and Understanding); müslümanlar, yahudiler, katolikler, protestanlar ve bir dine bağlı olmayan Amerika'lılarla bir anket yaptı. Müslümanların, her iki hıristiyan grupun (katolikler ve protestanlar), bir dine bağlı olmayanların ve genel toplumun, kendi içlerinde bulundukları topluluklardaki aile içi şiddeti rapor etme olasılıklarının eşit olduğunu tespit ettik. İnanç toplulukları genelindeki olayların yarısına yakını hâlâ rapor edilmemiş olsa da, bu grupların, aynı zamanda kolluk kuvvetlerine yönelik saldırıları rapor etme olasılığı da eşittir.
Müslümanların dikkat çekmelerinin sebebi aile içi şiddetin sık yaşanması değil, mağdurların destek için topluluk ve inanç önderlerine yönelmesidir ki; müslümanların çoğunluğu mağdurun, olayı bir inanç veya topluluk önderine rapor ettiğini söylemektedir. Bundan anlaşıldığana göre müslüman kurbanlar, davranışlarının inanç geleneğinde anlaşılabilir olduğuna inanmakta ve bu nedenle imam tarafından desteklenmeyi ummaktadırlar.
Bu veriler ileriye yönelik bir metot önermektedir. Öncelikle, kadınlara yönelik şiddeti sona erdirmek için mücadele edenler, sorunu evrensel bir insanî problem olarak görmelidirler. Sadece belli bir topluma özgü bir sorun olarak algılamamalıdırlar. İkincisi, bu sorun müslüman topluluklarda ortaya çıktığında, dini liderler çözümün bir parçası olabilirler ve hatta olmalıdırlar. Cemaatlerindeki aile içi şiddet sorunlarının etkili bir şekilde nasıl ele alınabileceği konusunda imamları eğitmek için çalışan Barışçıl Aileler Projesi (The Peaceful Families Project) gibi gruplara destek olmamız gerekir. Son olarak, entelektüeller ve politikacılar, endişe ediyormuş gibi yaptıkları kadınlara sonuç itibariyle zarar veren müslüman karşıtı politikaları haklı göstermek için, kadınlara yönelik şiddeti suistimal ettiklerinde veya yanlış takdim ettiklerinde bu meselenin halli zorlaşmaktadır.
Aile İçi Şiddet Konusundaki İslâmî Anlayışlar: Tesneem AlKiek
Üç kadından biri yaşamları boyunca hayat arkadaşı tarafından istismar edilmektedir.
[1] Bu şaşırtıcı istatistik bütün ırk, din ve milletler için geçerlidir. Öyleyse, aile içi şiddete izin vermede veya bunu yasaklamada dinin gerçek rolü nedir? Bir örnek vermek gerekirse, şiddet uygulayanlar, dini metinlerin yanlış yorumlanmasından menfaat sağlar ve başkalarına hem fiziksel hem de zihinsel olarak verdikleri zararı haklı göstermek için kutsal kitabı suistimal ederler.
[2] Öte yandan dini topluluklar ve dînî liderler, aile içi şiddetin zararları ve haramlığı konusunda farkındalık oluşturmak için temel kaynak ihtiyacını karşılayabilir ve mağdurlara destek sağlayabilirler.Bu yöndeki ilk ve en önemli adım, böyle bir davranışa izin verildiği iddialarının şüpheli olduğunu göstermek için kutsal metinlerin kendisine yönelmeyi gerektirir. Evlilik ilişkilerinde kötü davranma konusunda islâmî ilimler alanında yapılacak basit bir araştırma, aile içi şiddetin açık bir şekilde reddedildiğini ve Kur'an ayetlerinin şiddete izin verdiğine dair hatalı yorumların terk edildiğini ortaya koymaktadır. Çağdaş alimler, bir kişinin duygusal veya fiziksel olarak eşini incitmesinin kesinlikle haram olduğunu açık bir şekilde belirtmişlerdir. Bu makale, İslam'da aile içi şiddetin haramlığını saptama amacı ile bu görüş ve yorumlara genel bir bakış açısı sağlayacaktır.
İslam Hukukuna Genel Bir Bakış
İslam'da aile içi şiddetin haramlığı ile ilgili ayrıntılara girmeden önce, biraz geriye dönüp müslüman topluluk içinde kanun ve yönetmelikler oluşturmanın genel çerçevesini anlamak önemlidir. Ulus-devlet ve devlet kavramlarının olmadığı modernite öncesi çağda, hem İslam hukuku hem de toplum özyönetim yoluyla yönetilmiştir.
[3] Her ne kadar hükümdarlar ve krallıklar İslam tarihinde çok erken dönemlerde ortaya çıkmış olsalar da, topluluklar kendi işlerini öncelikle kendileri düzenlemiş ve yasaların doğrudan nasıl uygulandığı konusunda yöneticilerin etkisi çok az olmuştur. Bu nedenle, şehirdeki bir mahalledeki veya herhangi bir köydeki her bir topluluk, kendi fıkıh usûlüne istinad ederek topluluğun kurallarını nihai olarak belirleyeceği bir fıkıh alimine tabi olmuştur. Bir sonraki soru şudur: Peki bu alimler kanunları nasıl türetmişler ve kararlarını nasıl almışlardır? İslam hukukunun iki ana kaynağı vardır: Kur'an yani Allah'ın vahyettiği kutsal kitap ve Allah Rasulü Hz. Muhammed (sav) Efendimiz'in sünneti. Kur'an'da yaklaşık olarak beş yüz civarında ahkam ayeti bulunmaktadır. Bu ahkam ayetleri, insanların itikat ve davranışlarıyla ilgili olarak Allah'ın ne murad ettiğini alimlerin tesbit etmesine rehberlik etmektedir.
[4] Kur'ân'a ek olarak, Allah'ın Kur'an'da tecelli eden iradesini en iyi şekilde kavradığına ve Kendi (sav) günlük yaşamında da buna göre hareket ettiğine inanılan Hz. Muhammed (sav)'in örnekliğine sahibiz. Ancak, bu iki sağlam kaynağa rağmen, bu metinlerin her ikisinin de dili bazı yerlerde müphemleşir ve bu nedenle de bu iki kaynak bazı yerleri itibariyle yoruma açık hâle gelir. Sonuç olarak, araştırmacılar, mecazi veya eş anlamlı ifadeleri anlamak için çeşitli hermenötik (yorumlamayla ilgili) yöntemler geliştirmek zorunda kalmışlardır.
[5]Alimler, bu akıl yürütme ve metinle bağlamlaştırma yöntemini kullanarak hukûkî kuralları belirlemişlerdir. Ülke genelinde kontrol ve disiplin oluşturmayı hedefleyen modern hukukun amaçlarından farklı olarak, İslam hukukunun gayesi, her bireyin hayatında ve başkalarıyla olan etkileşimlerinde huzuru teşvik etmektir.
[6] Dolayısıyla, müslüman topluluklar içinde oluşturulan temel dinamik, alimlerin bireyleri her durumda doğru gördüklerini yapmaya teşvik eden hükümleri geliştirmek idi. Devlet ise bu sınırları aşan kişileri cezalandırma yetkisine sahipti.Dînî Kaynaklar
Kuran'ı anlamak için alimler tarafından geliştirilen iki temel tefsir modeli vardır. İlk biçim Kur'an-ı Kerim'i metinsel olarak açıklamayı ya da başka bir ifadeyle Kur'an'daki ayetleri diğer ayetlerle tefsir etmeyi içerir.
[7] İkinci metot, Kuran'ı, Hz. Aişe (ra) tarafından ''yürüyen Kur'an'' olarak nitelendirilen Peygamber Efendimiz (sav)'in sünnetine dayanarak yorumlamayı içerir.
[8] İmdi, hermenötiğin bu iki yöntemini kullanarak, İslam'ın sürekli olarak aile içi şiddeti nasıl kınadığını anlamak için kaynaklarımıza müracaat edebiliriz.Kuran'da karı-koca arasındaki ideal ilişkiyi ele alan ayetlerin içerisindeki en önemli ayet şudur: ''Yine O’nun âyetlerindendir ki, sizin için kendilerine ısınasınız diye öz varlığınızdan, mahiyetinizden eşler var etmiş ve aranıza yakınlık, sevgi ve merhamet koymuştur. Şüphesiz bunda sistemli düşünebilen kimseler için dersler, (Allah’ı hatırlatan) alâmetler vardır.'' (Rum 30/ 21 ). Yine Allahu Teâlâ, başka bir ayette erkeklere ''eşlerinizle güzel ve iyi geçinin'' (Nisâ 4/ 19) diye emrederken, bir diğer ayette ise, erkekleri, eşlerine zarar vermeyi veya onların haklarını ihlal etmeyi düşünmeleri hususunda, Allah'tan korkmalarını söyleyerek ikaz etmektedir (Bakara 2/ 231). Hatta, eşleri, birbirleri için elbise olarak tanımlayıp (Bakara 2/ 187) inanan erkek ve kadınların birbirlerinin koruyucusu olduklarını hatırlatarak (Tevbe 9/ 71) evliliğin tamamlayıcı niteliğini ifade eden ayetler de vardır. Bu ayetler sevginin, merhametin ve eşler arasındaki birlikteliğin ölçü ve modelini belirlemektedir.
Her mü'minin örnek alması gereken nebevî modele gelince, Hz. Aişe (r. anha) validemizden rivayet edildiğine göre ''Allah Rasulü (sav) hiçbir zaman bir köleyi ya da bir kadını dövmemiş ve eliyle hiçbir şeye vurmamıştır.''
[9] Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sav)'in şöyle dediği de rivayet edilmiştir: ''Onurlu bir adam kadınlara onurlu ve saygılı bir şekilde davranır ve sadece aşağılık bir insan kadınlara kötü davranır.''
[10] Diğer bir hadiste ya da farklı bir rivayette, Efendimiz (sav)'in bir arkadaşının durumu anlatılır. Sahabilerden biri Peygamber Efendimiz (sav)'e ''Eşlerimiz hakkında ne tavsiye edersin?'' diye sormuş, Efendimiz (sav) de ona şu cevabı vermiştir: ''Kendi yediğiniz yiyecekleri ve kendi giydiğiniz giyecekleri onlarla paylaşın. Onları dövmeyin ve onlara kötü söz söylemeyin.''
[11]Peygamber Efendimiz (sav) bir hadiste de ''Sizden biriniz karısını köle gibi dövüp sonra da gece olunca onunla birlikte uyuyabilir mi?'' diye buyurmuş ve böylece, eşine zarar veren kişinin yaptığı şeyin ne kadar saçma olduğunu vurgulamıştır.
[12]Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sav)'in aile içi şiddete duyduğu nefreti gösteren başka pek çok rivayet daha vardır. Bir hadiste şöyle bir olay zikredilir: Velid Bin Ukbe isimli bir adamın hanımı, kocası hakkında Efendimiz (sav)'e ''Yâ Rasulallah! Velid beni dövdü'' diyerek şikayette bulunmuştu. Peygamber Efendimiz (sav) kadına şöyle cevap verdi: ''Ona şöyle söyle: Peygamber beni himayesine aldı.'' Aradan çok bir zaman geçmemişti ki, kadın tekrar Efendimiz (sav)'e geldi ve ''Beni daha fazla dövmekten başka bir şey yapmadı'' dedi. Peygamber Efendimiz (sav) daha sonra giysisinden bir parçayı [kadını himayesi altına aldığının bir işareti olarak] yırttı ve şöyle dedi: ''Ona söyle: Şüphesiz, Rasulullah beni himayesi altına aldı.'' Çok fazla bir süre geçmeden kadın tekrar geldi ve şöyle dedi: ''Beni daha fazla dövmekten başka bir şey yapmadı.'' Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (sav) ellerini kaldırdı ve şöyle dua etti: ''Yâ Rab! Bana karşı iki kez karşı geldiği için Velid'i sana havale ediyorum''
[13]Başka bir örnekte, Peugamber Efendimiz (sav) kocası Sabit Bin Kays tarafından aile içi şiddete maruz kalan komşusu Habibe Binti Sehl'in kötü muamele gördüğü kocasından boşanmasına yardım ederek onu desteklemiştir. Sabit, Habibe'yi dövünce, Habibe de Efendimiz (sav)'in kapısına gelmiş ve O'na (sav) durumu anlattıktan sonra ''Sabit ve ben artık evli kalamayız'' demiştir. Peygamber Efendimiz (sav) de Sabit Bin Kays'ı çağırmış, Habibe'nin kabul etmesiyle mihrin tamamını Kays'a geri vermiş ve ikisinin boşanmasına hükmederek Habibe'nin, anne-babasının evine güvenli bir şekilde dönmesini sağlamıştır.
[14] Bu yaptıklarına ek olarak, Hz. Muhammed (sav) Efendimiz; kadınların, eşine zarar veren erkeklerle evlenmemesini garanti etmek için önleyici tedbirler almıştır. Başka bir rivayette Peygamber Efendimiz (sav)'in, evlenmeye hazır olup olmadığını sormak için Fatımâ Binti Kays ile görüştüğü anlatılmaktadır. Kendisi Muaviye, Ebû Cahm ve Üsâme Bin Zeyd'den evlilik teklifleri almıştı. Doğru karar vermesine yardımcı olmak için, Peygamber Efendimiz (sav) ona ''Muaviye, parası olmayan fakir bir adamdır (Senin ihtiyaçlarını tam olarak gideremez). Ebu Cahm ise kadınları dövmeyi alıkanlık haline getirmiş biridir.[Bu nedenle] Üsame ile evlenmeni öneririm.
[15]''Hakkında İhtilaf Edilen'' Ayet
Peygamber Efendimiz (sav)'in karakterinde kadınlara yönelik saldırgan davranışlara karşı bir nefret olmasına rağmen, Kur'an-ı Kerim'deki bir ayetin (Nisa 4/ 34) yorumlarından birine istinaden, aile içi şiddet uygulanabileceğine dair bir hükümde bulunma teşebbüsü olmuştur. Sonuç olarak, bu ayetin yanlış yorumlanması sebebiyle, İslam'da kocanın kadına kötü davranması konusuyla ilgili tartışmalar ortaya çıkmaktadır. Bu ayette denilene göre bir koca, eşinin dikbaşlılığından veya meydan okuyan davranışından korkması durumunda, durumu çözmek için üç aşamalı bir süreç takip etmelidir.
[16] Birincisi, eylemlerine karşı ona nasihatte bulunmalı ve onun hatalarını düzeltmelidir. Eğer bu tutum durumu iyileştirmezse, o zaman koca, eşinin davranışından memnun olmadığını göstermek için onu yatağında ''yalnız bırakmak'' zorundadır. Eğer bu da etkili olmazsa, son tedbir olarak, ayetteki darabe fiili, fiziksel disiplinin sembolik bir kareketinin uygulanması (dövmek) şeklinde tercüme edilmiştir. Bu çok aşamalı süreç, muhtemelen kocanın tam olarak sakinleşmesini ve dürtüyle hareket edip eşine zarar vermemesini sağlayarak, başlangıçtaki öfkenin artmasını engelleyen bir araç olarak tesis edilmişti.Bu ayeti ilk defa okuyan birçok okur, bir kocanın eşini dövmesine zahiren izin verildiği düşüncesiyle hayal kırıklığı yaşama eğilimindedir. Bu nedenle, alimler sıradan insanları Kur'an'dan hukûkî cevaplar araştırma teşebbüsünden vazgeçirmeye çalışmışlarıdır. Çünkü ayetin kavranması uzman yorumunu ve siyak-sibak bağlamını anlamayı gerektirmektedir.
[17] Aslında, islâmî mezheblerin çoğu, Kur'an ayetlerinin, sadece, diğer Kur'an ayetleri ve Efendimiz (sav)'in sünnetinin yanı sıra ilimde rüsuh sahibi seçkin alimlerin yorumları ve yasal uygulamaları ışığında okunduğu zaman doğru bir şekilde anlaşılabileceği konusunda hemfikirdir. Her mezhepten alimler, bu ayetin sadece nasıl anlaşıldığını belirlemekle kalmamış, bir erkeğin, eşine herhangi bir şekilde (örneğin, fiziksel veya zihinsel olarak) haksızlık ederse, bunun potansiyel olarak nasıl sonuçlanabileceğini de tespit etmişlerdir.Aslında, alimlerin çoğunluğu Peygamber Efendimiz (sav)'in aile içi şiddete karşı duyduğu nefreti paylaşmış ve Nisa suresinin 34. ayetindeki ''darabe'' fiilinin veya fiziksel disiplinin zahiri anlamını sınırlamak için önlem almışlardır.
[18] Erken dönem Mekke ekolünün meşhur fıkıh alimlerinden Atâ İbn-i Ebî Rabah'a (ö. 732 M) göre, darabe fiili sadece vurmak anlamına gelmemektedir. Daha ziyade, bir kişinin öfkesini yansıtan sembolik bir harekettir.
[19] Net bir şekilde şunu ifade eder: ''Adam karısına vurmaz. O, karısına kızgın olduğunu basit bir şekilde izhar etmektedir.
[20]Erken dönem İran'lı meşhur alimlerden olan ve Peygamber Efendimiz (sav)'in hadislerini derleyen en meşhur iki hadisçi Buhari ve Müslim'in hocası olan Dârimî (ö. 869 M), ''Kadınları Dövmenin Haramlığı'' başlığı altında, aile içi şiddete karşı çıkan hadislerden oluşan müstakil bir bab oluşturmuştur.
[21] Hatta bazı alimler, erkeklerin eşlerine vurmalarına izin verdiğine inanılan rivayetlerin sahihliğini sorgulayacak kadar ileri gitmişlerdir. Hadis ilminde otorite bir alim olarak kabul edilen İbn-i Hacer, Kur'an ayetinin zahiri anlamına rağmen Peygamber Efendimiz (sav)'in sergilediği uygulamaların, erkeğin eşine vurmasının kınanması gereken bir davranış olarak kabul edilmesi için yeterli bir delil olduğunu iddia etmiştir. Hatta, on dokuzuncu yüzyılda yaşayan Suriye'li fıkıh alimi İbn-i Abidin, karısının vücudunda bir iz bırakan herhangi bir dayağın, kocanın fiziksel olarak cezalandırılmasıyla sonuçlanabileceğini açıklamıştır.
[22]Çağdaş Alimler
Yirminci yüzyılın başında, alimler, aile içi şiddet konusunda daha katı görüşleri bile savunmaya devam ettiler. Örneğin, Faslı fıkıh alimi, Mehdi Wazzânî (ö. 1923), fıkhî çalışmasında, erkeğin sınırlarını ve tepkilerini açıklamaya ek olarak, kadına birden fazla zarar verme biçiminin tanımlanmasında, eşi benzeri görülmemiş boyuta ileri gitmiştir.
[23] Sadece fiziksel tacize odaklanmanın ötesinde, Wazzânî, bir erkeğin, eşine verebileceği dini ve cinsel zararı da göz önünde bulundurmuş ve kadının şikayette bulunması halinde hakimlerin münasebetlere müdehale etmesine izin vermiştir. Vücudunda dayaktan kaynaklanan izler varsa ya da iki şahit getirirse, koca, karısına zarar vermekten suçlu bulunacak ve kötü davranmanın şiddetine bağlı olarak uyarı veya hapis cezası ile cezalandırılabilecektir. Aynı zamanda kadına da boşanma ve mihrin tamamını alma hakkı verilmiştir.
[24] İlginç bir şekilde, Wazzânî, şahit olarak kadına daha az değer veren bir alim olan İbn Haris'in görüşlerini alimlerin çoğunluğunun fikirleriyle çelişen şâz bir fikir olduğu için reddetmiştir.
[25] Tam tersine, bir kadın korkunç bir şekilde dövülünceye kadar kendi benimsediği davranışını bırakmayacak derecede inatçı olsa bile, ona vurmanın caiz olmadığını ifade eden Sanhuri'nin (ö. 1606 M) görüşünü destekler.
[26] Wazzânî'nin hukuki katkılarının, aile içi şiddetin yasaklanmasında yasal bir norm oluşturma geleneği içinde çalışmaya teşebbüs ettiği için dikkate alınması önemlidir.Benzer şekilde, son dönem alimlerinden Irak'lı Abdulkerim Zeydan (ö. 2014 M), bir kişinin, karısına zarar vermesinin kesinlikle haram veya yasak olduğunu iddia etmiştir. Çünkü bir erkeğin, eşine zarar vermesi, ona nezaketle muamele ederek yaşama yükümlülüğüyle çelişmektedir.
[27] Ayrıca şunu da ilave eder: Başka birisine zarar vermek, bir çeşit zulümdür. Zulüm ise, Allah tarafından haram kılınan ve nefret edilen bir davranıştır. Açıklamalarına daha sonra şöyle devam eder: ''Bir başkasına zarar vermek haramsa; erkeğin, eşine zarar vermesi daha büyük bir haramdır. Çünkü kanunlar, kocaya, eşine bakma ve ona şefkatle muamele ederek yaşama sorumluluğunu yüklemiştir.'' Daha sonra Kuran'dan, özellikle de birçok erkeğin, eşinin öfkesinden ya da hayal kırıklığından faydalanmayı düşündüğü boşanma sürecini dikkate alarak erkeğin, eşine zarar vermesini yasaklayan ayetleri zikretmeye devam eder. Zeydan ayrıca, boşama tehdidiyle duygusal olarak eşine şantaj yapan bir kocanın da ona zarar verdiğini beyan eder. Zeydan'a göre, Peygamber Efendimiz (sav)'den rivayet edilen ve eşe sözlü tacizde bulunmayı ve onu toplum içinde aşağılamayı yasaklayan bir hadiste açıklandığı üzere ''Eşe zarar verme yasağı maddî ve manevî yasakların ikisini de kapsamaktadır.''
[28]Mahkeme Zabıtları
Erken modern dönemdeki Tunus'lu alimlerden İbn-i Âşur (ö. 1973), Nisa suresinin 34. ayetini, otoriteye sahip olanlar (yani devlet) için yasal bir rehber olarak algılamıştır ve öfke halinde oto-kontrolü sağlamak zor olacağı için, dikbaşlı bir eşe karşı alınan önlemlerin aslında kocanın sorumluluğunda olmadığını ileri sürmüştür.
[29] İşin aslı, tarih boyunca aile içi şiddet vakaları, kadını korumak için kısıtlamaların uygulanmasına dair yargı yetkisine sahip olan ilmi otorite sahiplerine veya mahkeme yetkililerine devredilmiştir. Son birkaç on yılda, kadınların çeşitli islâmî mahkeme sistemlerindeki rolü konusundaki akademik ilgi giderek artmaktadır. Bu kayıtların ve analizlerin çoğu, sonuç olarak müslüman kadınların, kendi kaygılarını yetkililere bildirmede aktif bir rol oynadıklarını ve bu problemlerin büyük ölçüde halledildiğini kanıtlamaktadır. Örneğin, Judith Tucker'in ''Kanun Evi'' adlı kitabı, yazarın Osmanlı yönetimindeki Suriye ve Filistin'deki on yedinci ve on sekizinci yüzyıldaki hukukçuların hukuki görüşlerini, o toplumun toplumsal cinsiyet dinamiklerini anlama aracı olarak incelediği türdeki çalışmalar arasında yer alan ilk çalışmadır.
[30] Onun gayretleri, İslam hukukunun değişen koşullara uyum sağlayabilecek kadar esnek olduğunu tespit etmek isteyen İslam hukuku alimleri arasındaki popüler eğilimi yansıtmaktadır.
[31] Tucker, esas olarak, İslam hukukunun doğuştan gelen ataerkilliğine rağmen, hukukçuların ve mahkemelerin, topluluğun refahını teşvik etmeye ve sonuç olarak özellikle de fiziksel ve duygusal zararlar söz konusu olduğunda kadınların haklarını korumaya çalıştığı sonucuna varmaktadır.
[32]Örneğin, on yedinci yüzyıla ait Halep'teki Osmanlı mahkemesi zabıtlarına göre, çeşitli davalarda şiddete maruz kalan kadınların lehine karar verilmiştir.
[33] Bir anlaşmazlıkta, Fâtıma adındaki bir davacı, mahkemede kocasının sürekli olarak ona kötü davrandığını, bir keresinde kan akacak şekilde yaralamaya neden olduğunu ve bu iddiasının beş tanık tarafından da onaylandığını ifade etmiştir. Mahkeme eşine karşı kötü davranan kocanın aleyhine karar vermiş ve cezalandırılmasını emretmişti. Benzer bir örnekte, önde gelen Osmanlı hukukçusu Ebussuud Efendi'ye, hanımına farklı şekillerde zarar veren adama ne yapılacağı sorulmuş, o da yargıcın, mümkün olan herhangi bir şekilde zararı engellemesi gerektiğini belirtmiştir.Sonuç
Orta çağda yaşayan alimlerin önde gelenlerinden İbn-i Kayyim (ö. 1350) şöyle der: ''Din bütünüyle adalet, merhamet, huzur ve hikmettir ve bu nedenle, bununla çelişen ve adaletsizliğe, zulme, sıkıntıya veya saçmalıklara yol açan hiçbir şeyin dinin bir parçası olduğu asla iddia edilemez. Bunu sağlamak için ne tür yorumlar yapılırsa yapılsın durum değişmez.''
[34] İslam'a göre evlilik modelini müzakere edip anlarken Kuran, Sünnet ve ilmî kaynakların kapsamlı bir şekilde okunmasına izin veren bütüncül bir yaklaşımı dikkate almak önemlidir. Bu kapsamlı yaklaşım, zarara neden olan herhangi bir fiziksel disiplinin kabul edilebilirliğini reddeden ve aslında erkekleri eşlerine karşı haddi aşmaktan yasal olarak sorumlu tutan alimlerin büyük çoğunluğu ile aynı çizgide olmamızı sağlar. Son olarak, on ikinci yüzyıl alimlerinden İbn-i Cevzî'nin söylediği gibi, ''Birisini dövme tehdidi işe yaramazsa, o zaman onları dövmek de onları durdurmaz.''
[35]Aile içi şiddet meselesi nihayetinde dini hukukun sınırlarını aşmakta ve şiddet uygulayan kişinin kişisel gelişiminden kaynaklanmaktadır. Bu nedenle, birey ve dini topluluklar olarak, şiddete maruz kalan kurbanlar için güvenlik ağları sağlamak ve mensuplarımızı aile içi şiddetin zararları ve yasaklığı konusunda eğitmemiz gerekmektedir. Değişim ve farkındalık için yapılan bu çağrıların verimli olduğu ispatlanmıştır. Philadelphia'da, müslüman bir topluluk şiddet uygulamaktan hüküm giymiş kişileri teşhir etmekte ve daha sonraki bir zaman dilimindeki evliliklerini takdir etmeyi reddetmektedir.
[36] Diğer bazı organizasyonlar ve müslüman liderler de aile içi şiddete karşı tavır almaya söz vermiş ve aile içe şiddet mağdurlarına yardım etmek için doğrudan katkı sağlama adına sığınma evleri ve çeşitli sosyal hizmetler ikame etme çalışmaları yapmışlardır. İmdi, bu bilgi birikimiyle birlikte, bu faaliyetleri arttırmak ve aile içi şiddetin asla tolere edilmemesini sağlamak ve böylece Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sav)'in değerlerini korumak yeni nesil müslümanların omuzundadır.
[1]''Domestic Violence National Statistics'', National Coalition Against Domestic Violence, 2015.
[3]Wael Hallaq, An Introduction to Islamic Law, Cambridge, Cambridge University Press, 2009, s.8.
[10]Suyûtî'den nakledilmiştir; Nazir Khan, “Key Texts on Domestic Violence” (Aile içi şiddet konusunda yazılan bir makale, Manitoba, Canada, 10 Ekim, 2015.
[11]Ebû Davud; Khan, ''Key Texts''.
[12]Jonathan Brown, Misquoting Muhammad, Londra, Oneworld Publications, 2014, s.274.
[13]Ahmed B. Hanbel, Müsned; Khan, ''Key Texts''.
[14]Dârimî; Khan, ''Key Texts''.
[15]İbn-i Mâce; Khan, ''Key Texts''.
[16]Hammudah Abd al-Ati, The Family Structure in Islam, Brentwood, American Trust Publications, 1977, s.158.
[20]İbn-i Âşûr, Tefsîru't-Tahrîr ve't-Tenvîr, Tunus, ed-Daru't-Tûnusiyye Li'n-Neşr, 1984, Maide Suresi 5/43. ayetin tefsiri.
[22]Elyse Semerdjian, ''Domestic Violence: Ottoman Empire'' maddesi, Women and Islamic Cultures Ansiklopedisi, ed. Suad Joseph ve arkadaşları.
[23]Mehdî Wazzânî, en-Nevazillu'-Cedîde'l-Kübrâ, c.3, ed. Ömer Bin Abbâd, 10 Cilt, Rabat, Vizâratu'l-Evkâfi ve'ş-Şuûni'l-İslâmiyye, 1997.
[27]Abdulkerim Zeydan, el-Mufassal, Fî Ahkâmi'l-Mer'eti ve'l-Beyti'l-Müslim, Beyrut, Müessesetu'r-Risâle, 1993, c.7, s. 234
[30]Judith Tucker, In the House of the Law: Gender and Islamic Law in Ottoman Syria and Palestine, Berkeley, University of California Press, 1998, s.4.
[31]Mona Siddiqui, Review of In the House of the Law: Gender and Islamic Law in Ottoman Syria and Palestine, by Judith Tucker, American Society for Legal History, 2001, s.476.
[33]Semerdjian, ''Domestic Violence''.
[34]İbn-i Kayyim, İ'lâmu'l-Muvâkaîn, Nazîr, ''Key Text''.