Rahman, Rahim Allah'ın adıyla
Allah'ın, bize karşı, bizim öz annelerimizden daha fazla merhametli olduğu gerçekten doğru mu? Cehennemi yarattığını ve bazı insanları oraya göndereceğini düşünürsek, bunu Allah'ın merhametiyle nasıl telif edebiliriz?
Yaqeen Enstitüsü tarafından yayınlanan Müslümanları Şüpheye Sevkeden Modern Meseleler adlı çalışma, oldukça fazla sayıda genç müslümanın, Allah'ın merhameti ile cehennem azabını telif etmekte ve bağdaştırmakta zorlandığı tespitini ortaya koymuştur. Ayrıca, insanı rahatsız eden lanet olgusu ile ilgili pek çok kavramın islam ve hıristiyanlıkta yer aldığına dair ''Yeni Ateistler'''in iddiaları, adalet anlayışımıza pranga vurmaktadır. Sonuç olarak, bugün pek çok müslüman, itikatlarını ve Yüce Allah'a olan imanlarını düzeltebilmek için bu kavramları anlamaya ihtiyaç duymaktadır. Bu makale özelinde, sınırlı insan idrakinin sınırlı bakış açısını kullanarak ebedi olan ve görünmeyen Allah'ı tamamen idrak etmenin imkansızlığını veya yüzyıllar boyunca müslüman ve hıristiyan ilahiyatçıların Allah'ın merhametiyle O'nun azabını telif etme konusundaki sayısız yazıları incelenmeyecektir. Bu araştırma dosyasında, Allah'ın merhameti ve cehennemle ilgili meşhur bir hadis-i şerif derinlemesine analiz edilecek ve bu hadisin mantıksız olduğu iddiası çürütülecektir.
Hz. Ömer'den rivayet edilen bir hadis-i şerifte şöyle bir vaka anlatılır: Esirler arasında bulunan bir kadın yine esirler arasında bulunan birini arar. Sonunda bir çocuğu bulur ve onu bağrına basıp emzirir. Rasulullah (sav), ''Ne dersiniz? Sizce bu kadın, çocuğunu ateşe atar mı?'' buyurdu. Biz de ''Hayır ya Rasullallah. Onu atmama imkanı oldukça, atmaz'' dedik. Bunun üzerine Rasulullah (sav) şöyle buyurdu: ''Allah'a yemin olsun ki; Allah'ın, kullarına olan merhameti, bu kadının, çocuğuna olan merhametinden daha fazladır''.[1]
Allah (cc) kendisini Kur'an'da Erhamu'r-Rahimin[2] (kelimenin tam anlamıyla, merhamet edenlerin en merhametlisi) olarak tanıtır ve merhametinin her şeyi kuşattığını[3] bildirir. Peygamber Efendimiz (sav) de Rabb'imizi bize tanıtırken O'nun, kullarına olan merhametinin, bir annenin, kendi çocuğuna olan merhametinden hatta bir kulun kendi nefsine olan merhametinden daha fazla olduğunu söyler. Kur'an veya sünnette, tevhid akidesinden sonra, Allah'ın aşkın bir rahmet ve merhamete sahip oluşundan daha net izah edilen ve daha fazla tekrarlanan bir olgu yoktur. Madem Allah bu kadar merhametli, öyleyse, O'nun bazı insanları cehennem ateşiyle cezalandırması nasıl mümkün olabilir? Sonsuz merhamet ile cehennem azabı nasıl bağdaştırılabilir?
Allah, herkesten daha merhametli olmalıdır. Çünkü, alemi yaratırken daha başlangıçta ona merhamet etme kabiliyetini veren O'dur.
Hiçbir merhamet Allah'ın rahmetini geçemez. Çünkü her bir merhamet, O'nun merhametinin bir tezahürüdür. Bu nedenle, İbn Teymiye (ö. 728 H) (r. aleyh) şöyle demiştir: "Allah'ın kullarına olan merhameti, çocuğuna karşı en merhametli olan anneden daha fazladır. Çünkü o kadına merhamet etme kabiliyetini veren Zat, o kadından daha merhametlidir."[4] Ölen bir bebek için neden ağladığı sorulduğunda bu duruma atıfta bulunmuş ve fem-i güheri nebeviden şu kelimeler şeref-südur omuştur:  "Bu gözyaşları, Allah'ın dilediği kalplere yerleştirdiği bir merhamettir".[5] İnsanlığın İftihar Tablosu (sav), başka bir yüce beyanda bu hususu biraz daha açmıştır:
        Allah'ın yüz merhameti vardır ve bunlardan sadece birini indirip cinler, insanlar, hayvanlar ve haşerat arasında paylaştırmıştır. Bu merhamet         ebebiyledir ki, onlar birbirlerine rahmet ve merhametle muamele ederler. Yine bu merhamet sebebiyledir ki, vahşi hayvan yavrusuna merhamet eder. Hatta yeni doğan yavrusuna zarar vermekten korkarak, ayağını kaldıran atın merhametinin kaynağı da Allah'ın bahşettiği yine aynı merhamettir...[6]
Öyleyse, kalplerinde, Allah'ın yerleştirdiği merhametten başka merhamet bulunmadığına göre kim Allah'tan daha fazla merhametli olabilir ki?  
Annenin merhameti, her insanın hayatında hissettiği, Allah'ın evrensel merhametinin bir tecellisidir
Allah (cc), bu dünyada mümin veya kafir, itaat eden veya etmeyen herkesi kuşatan sınırsız bir merhamet sergilemektedir. İnsanların sahip olduğu hayat, ömür boyu devam
eden yiyecek, içecek, tedavi, koruma ve daha fazlası, hep işte bu sınırsız ve evrensel rahmetin birer tezahürüdür. Alıp-verdiğimiz her nefes, başımızı okşayan güneş ışınları, gökten inen rahmet damlaları, anne sevgisi, kainatta cari olan şefkat kanunu ve bizi felaketlerden koruması bu merhametin görülebilir örneklerini teşkil eder. Herşeyi kuşatan evrensel rahmetin büyük bir kısmı ise, görülemediği veya hiç hissettirilmeden gösterildiği veya nisyan ile malul beşer hafızasının kıvrımlarında kaybolduğu için farkedilemeyecektir bile. Yukarıda zikredilen bir hadisin farklı bir versiyonunda Aleyhiekmelüttehaya Efendimiz şöyle buyurmaktadır:
        Allah, merhameti yüz parça olarak yarattı. Doksan dokuz bölümünü kendine has         kıldı. Birini de kainata paylaştırdı. Kâfir Allah'ın rahmetini tam kavrayabilseydi, kesinlikle cennete girmekten umudunu kesmezdi. Mü'min de Allah'ın azabını tam kavrayabilseydi, cehennem azabından hiç emin olamazdı.[7]
Bu nedenle, her ne kadar kendi yaşamlarında Allah'ın merhametine farklı seviyelerde muhatap olasalar da, bu dünyadaki bütün insanlar, öz anneleri dahil bu hayattaki diğer insanlardan daha ziyade Allah'tan merhamet göreceklerdir. Demek ki Allah, ahirette hiç kimseye merhamet etmese bile, sadece bu dünyada insanlara gösterdiği merhamet, O'nun, insanlara karşı kendi öz annelerinden bile daha fazla merhametle muamele ettiğini ispatlamaya kafidir.
Allah (cc), rahmetinin asıl büyük tecellisini ahirette müminler üzerinde gösterecektir
Ahirette, O'nun rahmeti daha da fazla, doksan dokuz kat fazla tecelli edecektir. Bu yüzden, buna şahid olan insan zihni bunu kavrayamayacaktır. Abdullah Bin Mesud (ra) şöyle demiştir:
"Allah'ın rahmeti insanlar üzerinde kıyamet gününde de tecelli etmeye devam edecektir. O'nun insanlara olan rahmetini ve şefaatçilerin insanlara şefaatini gören İblis'in kalbi umutla kıpır kıpır olacaktır."[8] Ama, rahmet ve merhamet tecellileri o gün sadece müminlere has olacaktır. O gün bütün mü'minler Allah'ın rahmetine mazhar olacak ve hiçbiri bu rahmetten mahrum bırakılmayacaktır. Hammad Bin Seleme (r. anhü) şöyle demiştir. ''Beni Allah'ın yargılamasıyla anne-babamın yargılaması arasında, bana tercih hakkı verilseydi, Allah'a yemin olsun ki, Allah'ın yargılamasını tercih ederdim. Çünkü Allah bana karşı, kendi anne-babamdan daha merhametlidir.[9]
Allah'ın kullarına karşı, bir annenin kendi çocuğuna olan merhametinden daha fazla merhametli olması ''O'nun kulları'' tabirinin, O'nun iman eden kulları anlamında anlaşıldığı ahirette de geçerlidir. Aslında, bu hadisin bazı rivayetlerinde "Aynı şekilde, Allah da sevdiğini ateşe atmaz" ibaresi geçmektedir[10]. Şurası kesindir ki, bu hitap şekli Allah'a isyan edip O'nu inkar edenlere karşı kullanılamaz.[11]

Her ne kadar Allah'ın rahmet ve merhameti sınırsız olsa da Allah, kendi rahmet ve merhametiyle sınırlandırılamaz ve kayıt altına alınamaz

Allah'ın, kayıtsız şartsız bir şekilde kafirlere de merhamet etmesi gerektiği düşüncesi, O'nun adaletiyle telif edilemeyeceği için problemli bir düşüncedir. Eğer Allah, merhametine layık olabilmeleri için kullarına şart koştuğu hususların tamamından vazgeçerse, iyilikmiş gibi görünse de aslında bu, O'nun adaletine terstir. Nitekim Allah (cc), Kur'an'ın farklı yerlerinde, farklı kelime ve üsluplarla bu hususu tekrar tekrar ifade buyurur:
''Yoksa o kötülükleri işleyip duranlar, iman edip güzel ve makbul işler gerçekleştirenlere yaptığımız muameleyi, kendilerine de göstereceğimizi, hayatlarında ve ölümlerinde onları bir tutacağımızı mı sanıyorlar? Ne kötü, ne yanlış bir muhakeme!''[12]
 ''Biz hiç, iman edip makbul ve güzel iş yapanlara, ülkede fesat çıkararak nizamı bozanlarla aynı muameleleri yapar mıyız? Yahut Allah’ı sayıp kötülüklerden sakınanları, yoldan çıkanlarla bir tutar mıyız?''[13]
 ''Biz hiç, Allah’a itaat ve teslimiyet gösterenleri suçlu kâfirlerle bir tutar mıyız? Neyiniz var, nasıl olur da böyle bir şey iddia edebilirsiniz? Nasıl hüküm veriyorsunuz öyle?''[14]
Allah'ın isimleri ve sıfatları birbiriyle mütenasiptir, aralarında tenakuz yoktur. Bu nedenle, Allah'ın engin rahmet ve merhametinin bahsedildiği yerlerde, O'nun adaleti de zikredilmiş ve bu geniş rahmet, mutlak adaletle birlikte anlatılmıştır. Örnek olarak Yüce Allah Kur'an'da şöyle buyurur: "Rahmetim her şeyi kapsamıştır. Rahmetimi (âhirette) Allah’a karşı gelmekten korunan, zekât veren ve özellikle bizim âyetlerimize iman edenlere nasib edeceğim."[15]
İbn-i Ebi Cemre (ö.599 H) (r. anhü) bunu şöyle açıklar: "Allah dilerse herkese rahmetiyle muamele edebilir. Ancak kime merhamet edeceğine yine kendisi karar verecektir''. Bir başka yerde Yüce Allah şöyle buyurur: ''Muhakkak ki Allah'ı rahmeti, iyilik edenlere yakındır''.[16]
 Allah Rasulü (sav) Efendimiz de bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır: ''Allah, sadece merhametli kullarına rahmetiyle muamele eder''.[17] Binaenaleyh, kusursuz bir adalet ve hikmete sahip olduğu içindir ki; Rabb-i Rahim'imiz, kendisine itaat edip hayatını din-i mübin-i islama adayanlarla, kendisine isyan edip islama savaş açanlara farklı muamele buyurur. İnsanlar arasında dürüst bir vatandaşla kanunsuz bir mafya elemanına eşit muamele etmek saçmalık ve zulüm kabul edildiğine göre, alemlerin Rabb'i hakkında zannımız ne olabilir ki?[18] 
Dikkat edin, sahabe efendilerimiz (r. anhum), kalbi tir tir titreyen o anneden bahsederken ''Hayır ya Rasullallah. Onu atmama imkanı oldukça, atmaz'' demişlerdir. Aynen öyle de Allah (cc), rahmeti gereği kullarını asla Cehenneme atmaz. Ama O, aynı zamanda kusursuz bir adalete sahiptir. Bu adaleti de cehennemi gerektirmektedir. Kul, cehenneme müstehak olacak işler yapmadıkça Allah hiçbir kulunu cehenneme atmaz.
Allah'ın insanlara peygamberler ve kutsal kitaplar göndermesi, onlara kendisini tanıtması ve rehberlik etmesi, O'nun insanlara olan merhametinin en büyük göstergesidir
Allah'ın Kur'an'ı vahyetmesi ve o kitabı insanın kalbine yerleştirip onu iman ettirmesi, bir insanın nail olabileceği en büyük merhamettir. Yüce Allah şöyle buyurur: ''(Ey Rasûlüm,) de ki: Ancak Allah’ın fazlı (lutfu ve keremi) ve rahmetiyle, evet sadece bununla sevinip ferahlasınlar. Çünkü bu, onların dünyalık olarak toplayıp biriktirdikleri her şeyden daha hayırlıdır.''[19] İbn-i Abbas (ra) ve diğer bazı alimler, bu ayette geçen Allah'ın fazlı ifadesini ''Kur'an'', O'nun rahmeti ifadesini de ''İslam'' anlamında tefsir etmiştir. Bu ikisinin de geri kalan herşeyden daha hayırlı olduğu barizdir. İşte bu, paranın satın alamayacağı bir hayat, hiçbir dahinin bile keşfedemeyeceği kadar bir incelik ve berraklık, asla hayal kırıklığına uğratmayan bir sistem, annelerin bile sağlayamayacağı konfor, her sıkıntıyı ve endişeyi ortadan kaldıran güç ve hiçbir trajedinin zarar veremeyeceği bir huzurdur. Bu dünyadaki faydalarının yanısıra, ahirette de insanın cennete girmesini sağlayacak olan yine aynı merhamet ve rahmettir. Aleyhiekmelüttehaya Efendimiz şöyle buyururlar: ''Hiç kimse kendi ameliyle cennete giremez''. Ashab-ı Kiram efendilerimiz ''Sen de mi ya Rasulallah?'' diye sorunca, ''Evet ben de. Eğer Rabbi'm beni rahmetiyle kucaklamazsa, ben de giremem'' diye cevap vermiştir.[20] 
Bu dünyada, sadece Allah'ın merhameti ve lutfu ile insanlar salih amel işlemeye güç yetirebilirler. Bu sıradan ve basit iyiliklerin, paha biçilemez cennete sonsuza kadar kabul edilmeyi sağlayabilmesi de yine, sadece O'nun merhamet ve lutfu ile mümkün olabilir. Başka bir deyişle Allah Teala, elçisini alemlere rahmet olarak göndermiş, sonra müslümanların bu elçinin getirdiği dini samimi bir şekilde benimsemesini nasib ederek merhametini sergilemiş, en nihayet bu basit fiile çok ciddi ve ebedi bir ödülle mukabele ederek rahmetini en üst seviyede tecelli ettirmiştir. Bu minvalde. Aleyhiekmelittehaya Efendimiz başka bir yerde ayrıca şöyle buyurmaktadır: "Eğer Allah gök ve yeryüzü ehlini cezalandıracak olsaydı, bunu yaparken zulmetmiş olmazdı. Eğer onlara merhamet edecek olsaydı, bu merhamet, insanların fiillerinin karşılığı olarak değil, O'nun rahmetinin bir tecellisi şeklinde olurdu. [21] 
Sunulan bu imkanı ellerinin tersiyle reddedip Allah'a isyan edenler, aslında ikram etmeyi ve vermeyi seven Allah'ın rahmet ve merhametini reddetmiş, kendilerini bu merhametten uzaklaştırmış ve Allah'ın rahmetiyle muamelesi yerine kendi fiillerinin karşılığıyla muamele görmeyi tercih etmiş olurlar. Efendimiz (sav), mübarek dudaklarından dökülen bir inci tanesinde şöyle buyururlar: ''Affetmeyi Allah'tan daha çok seven hiçbir kimse yoktur. İşte bundan dolayıdır ki, Allah pekçok mübeşşirler ve munzirler göndermiştir''.[22]
Bununla birlikte, bazı insanlar inkar ettikleri cezaya muhatap olmak zorunda kalacakları bir şekilde yaşamakta ve sınırsız bir eğlenceyi alışkanlık haline getirmeye devam edecek bir üslupta davranmakta, bu yanlış yollarda yürümekte kendi özgür iradeleriyle inatla ısrar etmektedirler. Bu sebepledir ki Fahr-i Kainat Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur: “Benimle sizin durumunuz, şuna benzer: Ben sizi kuşağınızdan tutup ateşten korumaya çalışıyorum, ama tüm uğraşlarıma rağmen siz elimden kayıp ateşe gidiyorsunuz.”[23]
İbn-i Cevzi (ö.597 H) (r. anhü), Keşfu-'l Müşkil adlı kitabında şöyle bir açıklama yapmıştır:
        ''Peygamberleri göndermesi ve günahkarlara mühlet vermesi, Allah'ın herşeyi kuşatan rahmetinden kaynaklanmaktadır. Ancak kâfir, O'nu inkar ederse, isyan         deryasına yelken açmış ve dolayısıyla da kendisini, rahmet denizinden mahrum bırakmış olur. O'nun merhametine layık olanlar, sadece O'na iman ede kullarıdır. Annenin çocuğuyla özenle ilgilenmesinden daha da fazla Allah, hem zor hem de kolay zamanlarında mü'min kullarıyla ilgilenir. ''[24]
İbn-i Cevzî'nin bu sözleri, bu konunun daha da açıklığa kavuşturulmasına yardımcı olan önemli bir ayrım yapmaktadır. Demek ki, Allah'ın mesajını sadece inat ve ısrarla reddedenler ahirette Allah'ın rahmetinden mahrum kalacaklardır. İlahi mesaj kendilerine ulaşmamış olan veya ulaşsa da mesajı doğru anlaması önünde engeller bulunan kişilere gelince, bunlara mü'minlerle eşit bir seviyede kurtulma ve rahmetle muameleye tabi tutulma imkanı verilecektir. Kainatın İftihar Tablosu Efendimiz (sav) bir mübarek beyanlarında şöyle buyururlar:
        "Kıyamet Günü'nde dört kişi (kendileri için) mazeret beyan ederler: Hiçbir şey işitmeyen sağır, ihtiyarlıktan bunamış yaşlı, deli ve fetret döneminde ölmüş olan         kişi. Sağır olan derki: Ey Rabb'im, İslam geldiğinde ben hiçbir şey işitmiyordum. Deli olan der ki: Ey Rabb'im, İslam geldiğinde çocuklar bana dışkı atıyor (beni         kovalıyorlar)dı. İhtiyarlıktan bunamış olan der ki: Ya Rabb'i, İslam geldiğinde         ben hiçbir şey anlamıyordum. Fetret döneminde ölen ise şöyle der: Ya Rabb'i, bana herhangi bir Rasul gelmedi. Bunun üzerine Allah onlardan, kendisine itaat edeceklerine dair söz/misak alır ve onlara: Ateşe girin!.. diye emredecek bir rasul gönderir. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'in canı elinde olan         (Allah)'a yemin olsun ki, eğer onlar ateşe girecek olsalar, onu soğuk ve selametli         bulurlar."[25]
Başka bir rivayette de ''Ve oraya girmeyen kişi, oraya sürüklenecektir"'[26] ifadeleri yer almaktadır.

Cehennem azabı bile bir derece merhamet içermektedir

Allah, bazı insanları cehennemde cezalandırarak, onları günahlarından arındırır, onlara kurtuluşun kıymetini öğretir ve onlardan mazlumların hakkını alır. Demek ki, cehennem azabında bile Allah'ın rahmetinin fatklı boyutlardaki tecellileri görülebilir. Rahmetin nasıl tecelli ettiğini iyice kavramak için, bu boyutları açıklamaya çalışalım.
İlk olarak, cehennem azabı, mü'minleri günahlarından arındırıp cennete girmeye ehil hale getirmektedir. Başka hiçbir çaresi kalmayan bir anne, çocuğunu ameliyat ettirmeyi veya bazı organlarının kesilmesini reddedebilir mi? Tabii ki reddetmez. Böyle ciddi ve önemli önlemler almayı merhametine aykırı mı kabul ederdi? Tabii ki de etmezdi. Yine Fahr-i Kainat Efendimiz (sav)'den rivayet edilen pek çok hadis-i şerifte "Zina ve hırsızlık dahi yapmış olsa, Allah'a ortak koşmayan herkes, eninde sonunda cennete girecektir''[27] ifadeleri yer almaktadır. Başka bir hadis-i şerifte ise şu hakikatler damlar zümrüt dudaklardan: "Allah, cehennemden dilediğine merhamet etmek istediğinde, meleklere, sadece kendisine ibadet edenleri cehennemden çıkarmalarını emreder. Bunun üzerine melekler de onları secde izlerinden tanıyarak bulur ve cehennemden çıkarırlar. Çünkü Allahu Teala o izleri yok etmeyi ateşe haram kılmıştır".[28] İbn-i Kayyim el-Cevzi, Hadi'l-Ervah adlı kitabında şu izahları yapar:
        ''Cehennem ateşi; müminleri sakındırmak, günahkarları ve suçluları         günahlarından arındırmak için yaratılmıştır. Bu dünyada ruhun bulaştığı         kötülükten arınma vesilesi olarak hizmet eder. Eğer gerçek bir tevbe, kötülükleri giden hasenat veya günahlara keffaret olan musibetlerle burada günahlarından arınmış ve temizlenmiş olsaydı, ahirette arınmak için cehenneme girmesine gerek kalmayacaktı. Yüce Rabb'imiz sebepsiz yere kullarını cezalandırmak istemediğini şu ayetle bize bildirir: ''Siz şükredip iman ettikten sonra Allah ne diye sizi cezalandırsın ki? Allah şükredenlerin mükâfatlarını bol bol verir ve her şeyi hakkıyla bilir.''[29]
        Ancak bazı zavallı insanlar, fıtri hallerini değiştirmeye ve saf ve temiz bir şekilde yaratılan fıtratlarını tam zıt hallerle değiştirmeye devam ettiler. Nihayet ahlaksızlık ve çürüme fıtratlarına tamamen kök saldı. Bütün bu çürüme ve bozulmanın giderilmesi ve onları eski sağlıklı hallerine kavuşturacak yeni bir değişim ve arınma gerekiyordu. Zira ne vahiyle gelen ilahi mesajlardaki kitabi ayetler ve Allah'ın varlığına ve birliğine delalet eden kainattaki kevni ayetler, ne de Allah'ın kendileri hakkında takdir buyurduğu, bir kısmı sevindiren bir kısmı da hüzne boğan deneyimleri, onların kendilerini bu dünyada ıslah etmelerini sağlayamamıştır. Bu nedenle, sadece ateşin ortadan kaldırabileceği bu çürüme ve bozulmayı kökten sökmek için, onlara bu dünyevi hayatta olanlardan daha üstün ayetler, deneyimler ve cezalar hazırlamıştır. Bu cezalar uygulandığında onlar günahlarından ve kötülüklerden arınacaklardır. Bu arınmadan sonra cezanın sebebi ve nedeni yok olunca, ceza da sona erecektir. Rahmetin celbine engel olan sebepler yok olunca geriye artık sadece rahmet ve merhametle muamele kalacak ve kul, Allah'ın rahmet ve merhametine mazhar olacaktır.''[30]
Başka bir deyişle, bazı insanlar Allah'ın ayetlerine tabi olup O'nun rehberliğine uyarak bu dünyada manevi duruluğa erişirler. Buna rağmen bazıları bunu burada başaramaz da kötülüklerden ve günahlardan ancak cehennem azabıyla arınabilirler. Günahlar bitince, ceza da artık devam etmez. İbn-i Kayyim ilginç bir mantık yürüterek açıklamalarına şöyle devam eder:
        Allah'ın her hastalık için ona uygun bir tedavi tayin etmesi, O'nun hikmetinin         gereğidir. Yanlış teşhis ve tedavi ise sabredilmesi çok daha zor olan acıları beraberinde getirir. Merhametli bir doktor, hastanın tabii sağlık durumunun         bozulmasına neden olan etkenleri gidermek için dağlama tedavisinuygulayabilir, onu tekrar ve tekrar ateşle yakabilir. Ve eğer bu doktor, bacağın kesilmesinin hasta için daha iyi olduğunu düşünürse, onu keser ve hastanın en         şiddetli acıyı hissetmesine neden olur. Bu, her ne kadar insanın arzu etmediği bir         durum olsa da, onun sağlığına zarar veren etkenleri ortadan kaldırmak için Allah'ın koyduğu bir kanundur. Peki ya bir kişi bilinçli olarak latife-i  rabbaniyesine zarar verir, Allah'ın dupduru yarattığı ruhunu zehirlemeyi ve  kirletmeyi seçerse ne olacak? Akıllı insan, Allah Tebareke ve Teala'nın bu dünyada koyduğu hükümlerin ve O'nun ahirette alakalı vaad  veya vaidinin tamamen doğru olduğunu bilir. Zira Allah, eksiksiz bir ilim, kusursuz bir hikmet ve sağanak sağanak yağan yağmur gibi bir rahmet sahibidir. O (Azze ve Celle), el-Meliku'l-Hakku'l-Mübin'dir, en yüce sultandır. Ve O'nun saltanatı rahmet, merhamet ve adalet ile doludur.[31]
Başka bir deyişle, Allah'ın her işinde hikmet sahibi olduğu içindir ki, bu dünyanın devamında bir ahiret hayatı olmalı ve bu dünyada yapılanlar, ahiret hayatına yansımalıdır. Mesela nasıl burada hastalıklara çare bulmak için acı veren, hassas tedavi metotları uygulanıyorsa, ahirette de cehenem azabı aynı vazifeyi görecektir. Kişinin cennete girmesini sağlayacaksa ve düzgün bir şekilde uygulanırsa, kesinlikle merhamete ters değildir. Bazı doktorlar, hastalıkları tedavi ederken mümkün mertebe acı vermeyen kolay tedavi metotlarını uygulayabildiği halde, Allah'ın, insanları günahlardan arındırmak için neden acı vermeyen, sevimli ve kolay metotları kullanmadığını düşünebilir? İbn-i Kayyim'in görüşüne göre, acı duymak ve elem çekmek, tedavinin bizzat kendisidir ve günahkar insanları durulaştırma ve arındırma tedavisinin bedeli de bu acıdır.
İkincisi, marhametin daha farklı bir boyutudur. Cehennem ateşi içindeki bazı insanlara uygulanan cezalandırma, cennet ehlinin şükran duygularına kapılmalarına neden olur. Zira, eğer Allah'ın lutfu ve hidayetinden mahrum kalsalardı, kaderlerinin ne olacağını başka insanların haline bakarak anlamış olacaklardır. Allahu Teala şöyle buyurur:
        Bu halde otururken birbirlerine yönelir ve candan bir sohbete girişirler. İçlerinden biri, “Benim çok yakınımda, benden ayrılmayan bir arkadaşım vardı; “‘Sen de mi’, derdi, ‘şu masala inananlardansın? Biz ölüp toprak olduktan, birkemik yığını haline geldikten sonra, yani şimdi biz o halde iken diriltilip hesaba çekileceğiz öyle mi?' “Şimdi onu görmek ister misiniz?” Şöyle bir bakar ve onu Kızgın, Alevli Ateş’in tam ortasında bulur. “Allah’a yemin olsun ki,” der, “neredeyse benim de helâkime sebep olacaktın; Rabbimin lütf u inayeti yetişmeseydi, hiç şüphesiz ben de azap için buraya eli–kolu bağlı getirilenler içinde bulunacaktım.” (Ardından Cennet’teki arkadaşlarına dönerek şöyle der:) “Artık bir daha ölmeyeceğiz, değil mi, (Dünyadan ayrılırken tattığımız) o ilk ölümümüzden başka? Ve azap da görecek değiliz.” Hiç kuşkusuz budur o çok büyük kazanç, o çok büyük başarı. İnsan, bir kazanç, bir başarı için çalışacaksa, ancak böyle bir kazanç ve başarı için         çalışmalı.[32]
Böyle insanlar, Allah'ın kendilerini nasıl bir tehlikeden ce cezadan koruduğunu anlayarak O'na karşı minnet duygularıyla dopdolu bir şekilde, cennette mutlu mesut bir hayat sürer, bu mutluluğun ebedi olduğunu bilir, bunu elde etmek için yaptıkları herşeye değdiğini düşünürler.
Üçüncüsü, insanları cehennem ateşi ile cezalandırmak, zalimlerin ilahi bir cezaya çarptırılmalarını izleyerek teselli olacak mazlumlara bir merhamettir. Tıpkı, Allah'ın İsrailoğullarına zulmeden Firavun'u, ''onların gözü önünde''[33] boğarak cezalandırmasını hatırlattığı örnekte olduğu gibi, insanlar kendilerine zulmeden insanların cezalandırıldığını görünce teselli olurlar. Zulme uğrayan insanların, kendi servetlerini yağmalayan, çocuklarını öldüren, şahsiyetleriyle oynayan ve benzeri haksızlıkları irtikap eden kişilerden Allah'ın nasıl intikam aldığını görmesine imkan veren pencerelerin cehenneme açılmasına Allah izin verecektir.
Belki de bu üç neden ve bilemediğiiz başka nedenler, Kur'an'da merhamet kavramının anlatıldığı bir çok yerde neden cehennem azabından bahsedildiğini açıklamaktadır. Örneğin, Rahman suresinde ilk ayetten son ayete kadar, Allah'ın merhameti anlatmasına rağmen, cennetin kesintisiz mutluluğu uzun uzun açıklanmadan önce cehennem azabı ile ilgili kısa bir tanıtım da ihmal edilmemiştir. Bu bize hakikat-i ilahiye ile ilgili temel ve gerekli bir düsturu öğretir: Allah'ın her fiil ve kararında O'nun rahmet ve merhameti faaldir ve başını iki elinin arasına alıp fikir sancısı çeken herkes bunu anlayabilir.

Sonuç

İnsanı düşünün; Akla gelebilecek her meselede Allah'a bağımlı ve O'na muhtaçtır. Kalp atışlarınızın her birinde pompalanan kanın, tamamen O'na bağlı olduğunu düşünün; Her bir kan hücresi ölümcül bir potansiyele sahiptir, bunu engelleyen de sadece O'nun rahmetidir. Allah'ın bulutlara, indirmesini emrettiği rahmet damlalarını düşünün; sizi boğmayan veya zehirlemeyen her bir damla, yine O'nun rahmetinin bir tezahürüdür. Bir ömür boyu süren gülümsemeleri, dinlendirici uykuları, tehlike ve felaketlerden ucuz kurtulmaları düşünün; Hepsi O'nun merhametiyle gerçekleşebilir. Bütün bu rahmet ve merhamet tecellileri ile yarattıklarına nasıl yakın durduğunu ve ihtiyacı olmadığı halde çağlar boyu onlara nasıl yardımcı olduğunu düşünün; sebebi çok basit: Çünkü O, el-Vedud'dur. Mahlukatına çok derinden sevgi besler ve sevginin kaynağıdır.
 Önceki nesillerin Allah ile yaptıkları ahidlere ve O'nun güvenine ihanet etmesine rağmen, rahmet ve merhametten vazgeçmeyip, arkadan gelen her bir yeni nesle yeni ilahi mesajlar ve kutsal kitaplar gönderdiğini düşünün. O'nun insanlığa en büyük merhametini yani ilahi mesajı bir ömür boyu inkar eden, hatta o mesaja inananlara zulmeden,  ama ölüm döşeğinde özür gözyaşları döken kişiyi nasıl kabullenip affettiğini düşünün. Hiçbir şey kendisine zarar veremeyeceği ve hiç kimsenin O'nun cezalandırmasına karşılık bir misillemede bulunmasından korkmadığı halde, kullarına küstahlıklarını ve devamlı tekrar eden ihanetlerinini sona erdirmesi için izin vererek cezlarını nasıl ertelediğini düşünün.
Aliyhissalatuvesselam Efendimizin, ''Allah, kainatı yaratmadan önce bir yazı yazdı: Rahmetim gazabımı geçmiştir. Ve bu yazı onun indinde arşın üzerinde yazılıdır.''[34] buyurduğu gibi merhamet etmeyi sevdiği ve sonsoz bir rahmet sahibi (Rahman) olduğu için, nasıl eşsiz ve benzersiz bir merhametle tecelli ettiğini düşünün.
Bütün bunlardan sonra, bu vasıflara sahip olan Allah tarafından cehenneme mahkum edilen insanların, bu cezaya kendilerini kendilerinin mahkum ettiğini düşünün. ''Şurası bir gerçek ki Allah, hiçbir şekilde insanlara zulmetmez; fakat insanlardır ki, bizzat kendilerine zulmederler.''[35] Allah'a iman eden ve bu imanda derinleşen her müslüman, bu ayette zikredilen düsturu, kendisini zorlayacak herhangi bir şüpheyi anında reddedebileceği bir seviyeye yükseltecek şekilde kalbine yerleşetirmelidir. Dini ve imani meselelerle hatta yaratıcı ile ilgili kafakarıştırıp zihin bulunduran eleştirilerle dolu bir devirde, Allah'ın hem size hem de kaderleri hakkında endişe ettiğiniz sevdiklerinizee karşı, bir annenin kendi öz çocuğuna gösterdiği merhametten daha merhametli olduğunu hiç silinmeyecek bir şekilde aklınıza perçinlemelisiniz. Bu da, ancak son ilahi mesajı düşünerek okumayı alışkanlık haline getirerek ve maneviyatı idrak yeteneğinizi ibadetlerle besleyerek mümkün olabilir. Allah'ın adaletinden, yine O'nun rahmetine sığınıyor ve yüce Rabb'imizden, bize hak ettiğimiz adaletiyle değil, sonsuz rahmetine yaraşır şekilde her şeyi kuşatan merhametiyle muamele etmesini niyaz ediyoruz. Amin.
Not: Fani suçlar için ebedi cezalar verilmesi ve cehennemin ebediliği meselesi gibi, ''Cehennem Azabı Soruları''nın diğer boyutları, inşaallah daha sonra yayınlanacak olan makalelerde ele alınacaktır.

[1]Buhari, 5653; Müslim, 6912

[2]A'raf 7/151, Yusuf 12/ 64,93, Enbiya 21/83.

[3]A'raf 7/156.

[4]İbn-i Teymiye, Mecmau'l-Fetava, c.16, s.448.

[5]Buhari, 1284; Müslim, 923.

[6]Müslim, 6908; İbn-i Mace, 4293; Ahmed Bin Hanbel, Müsned, 9607.

[7]Buhari, 6000, 6469.

[8]Kurtubi, Tezkira, 1/797.

[9]Zehebi, Siyer-u A'lami'n-Nübela, c.7, s.445.

[10]Hz. Enes (ra)'dan rivayetle Hakim, Albani, Sahihu'l-Cami, 7095.

[11]Allah Teala şöyle buyurur: ''Şayet yüz çevirirlerse, bilsinler ki Allah kâfirleri sevmez''. Al-i İmran 3/32.

[12]Casiye 45/21.

[13]Sad, 38/28

[14]Kalem 68/35-36

[15]A'raf 7/156.

[16]A'raf 7/56

[17]Buhari, 1284; Müslim, 923.

[18]Saffat, 37/87

[19]Yunus 10/58

[20]Buhari, 5349; Müslim, 7042.

[21]Ebu Davud, 4699; Ahmed Bin Hanbel, Müsned, 21589

[22]Buhari, 7416; Müslim, 2760

[23]Mislim, 5671, 5672

[24]Keşfu'l, Muşkil, 1/94

[25]Müsned, Ahmed Bin Hanbel, 15866.

[26]Bkz. Ahlak-u Ehli'z-Zimme, 2/1139; İbn-i Kayyım; Albani, Sahihu'l-Cami, 883.

[27]Buhari, 1180; Muslim, 94

[28]Buhari, 770

[29]Nisa 4/147

[30]Bkz. İbn-i Kayyim, Hadi'l-Ervah, s.756-761

[31]Aynı yer.

[32]Saffat 37/50-61

[33]Bakara 2/50

[34]Buhari, 7554

[35]Yunus 10/44

 
Yasal Uyarı: Bu bildiri ve makalelerde ifade edilen görüş ve düşünceler, tamamen yazarlarına aittir. Ayrıca, yazarların herhangi bir platformda ifade ettikleri kişisel görüşleri, Yaqeen Enstitüsü'nü bağlamaz. Ekibimiz her açıdan çok donanımlıdır 
yaptığımız araştırmaların kalitesini arttırmaya yardımcı olacak kesintisiz ve zenginleştirici diyaloglara izin verir.
Tüm hakları mahfuzdur. Yaqeen İslam Araştırmaları Enstitüsü'nün izni olmadan kullanılamaz.