Kutsal kitap metinlerinde uzman olan ve Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'in peygamberliğinden önceki dünya koşullarını inceleyen herkes, Yüce Allah'ın bir elçi gönderdiği sonucuna varacaktır. Bunun temelde iki nedeni vardır: İnsanlar, geleceği haber verilen son peygamberi bekliyorlardı ve merhamet sahibi Allah, dünyadaki vahşetin daha fazla devam etmesine izin vermemişti.
Kutsal Kitap’taki Müjdeler
Bu gerçeği İsrail Oğulları âlimlerinin bilmesi, o müşrikler için yeterli bir delil teşkil etmez mi? (Şuara 26/ 197)
Son Peygamber, Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) zamanında yaşamış bazı kimseler düşmanlık ve önyargı nedeniyle, bazıları da henüz bilgilendirilmedikleri için O’nu reddetmiş olsalar da Abdullah Bin Selam gibi Tevrat’ta uzman olanlar İslam'ı hızlı bir şekilde kabul etmişlerdir. Bu, Allah’ın Kureyş'e gösterdiği delillerden biriydi. Çünkü Arapların çoğunun okuma yazması yoktu, kendilerine herhangi bir kitap gönderilmemişti ve Yahudiler, Kitap Ehli oldukları için, Araplardan üstün bir konumda idiler.
Bu kitap ehli, Allah (cc)’ın Hz. İsmail’i takdis edeceği ve özellikle O’nun soyunu mübarek kılacağına dair Allah’ın vaadini biliyorlardı. Köle bir kadından doğmanın O’nu küçük düşüreceğine hiçbir zaman inanmadılar ve Hz. İbrahim’in ilk oğlunun buna daha çok hakkının olduğunu biliyorlardı. (İslam inancına göre iki oğlundan yalnızca birinin buna hakkı olabilirdi ki bu mesele bizim konumuzun dışındadır.) Daha sonra bozulmasına rağmen, Yahudi ve Hıristiyan geleneğine göre Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’in peygamberliğinin açık bir delili olmaya bugün bile devam etmektedir. Bunlardan birkaç örneği aşağıda zikredeceğiz.
Büyük Ulus
‘’Cariyenin oğlundan da bir ulus yaratacağım, çünkü o da senin soyun.” İbrahim sabah erkenden kalktı, biraz yiyecek, bir tulum da su hazırlayıp Hacer’in omuzuna attı, çocuğunu da verip onu gönderdi. Hacer Beer-Şeva Çölü’ne gitti, orada bir süre dolaştı. Tulumdaki su tükenince, oğlunu bir çalının altına bıraktı. Yaklaşık bir ok atımı uzaklaşıp, “Oğlumun ölümünü görmeyeyim” diyerek onun karşısına oturup hıçkıra hıçkıra ağladı. Tanrı çocuğun sesini duydu. Tanrı’nın meleği göklerden Hacer’e, “Nen var, Hacer?” diye seslendi, “Korkma! Çünkü Tanrı çocuğun sesini duydu. Kalk, oğlunu kaldır, elini tut. Onu büyük bir ulus yapacağım. [Yaratılış 21/ 13- 18]
Kutsal Kitap terminolojisinde "büyük ulus", müşriklerin veya putperestlerin ulusu asla olamaz. Bunu göz önünde bulundurursak, Hz. İsmail’in soyu ne zaman tek ve gerçek ilaha kulluk eden büyük bir ulus haline gelmiştir? Bu hadise, Hz. Muhammed (sallalahu aleyhi ve sellem)'den önce hiç kimsenin eliyle gerçekleşmiş değildi. Bazıları bunun Sina'da gerçekleştiğini iddia etmişlerdir, ancak bu tamamen mantıksızdır. Çünkü Arapların, soylarını Hz. İsmail'e kadar takip ettikleri ve bu soy ağacı bilgisini daima korudukları bilinmektedir. Hiç kimse bu geçmişi inkâr etmemekle beraber yine hiç kimse Sina’da Hz. İsmail’in soyunun yaşadığını belgeleyememiştir. Arapların soylarının Hz. İsmail’de birleşmesinin tamamen hatalı bir bilgi olduğu ve Sina’da büyük bir ulusun doğup büyüdüğü, ancak sonradan bir şekilde ortadan kaybolduğu ve bu insanlar hakkında kimsenin bilgisinin olmadığı tezi ise epey tutarsız görünmektedir. Bu tarihi gerçeklerle birlikte; Tevrat’ta (Hz. İbrahim’in İsmail’i bıraktığı yer olan) Faran’ın, Kudüs’ün güneyindeki bir çöl olduğuna dair açıklamaları da göz önünde bulundurduğumuzda, Faran’ın Mekke olması gerektiği daha da netleşmektedir. Dolayısıyla hem tarihi gerçekler hem de Tevrat metinleri, Mekke’lilerin Hz. İsmail'in torunları oldukları, annesinin kendisine Mısır'dan bir eş getirdiği ve onun çocuklarının Mısır'ın Sina kentinde ikamet etmedikleri konusunda ittifak etmektedir.
Zemzem ve Yeni Bir Şehrin Doğuşu
Sonra Tanrı Hacer’in gözlerini açtı, Hacer bir kuyu gördü. Gidip tulumunu doldurdu, oğluna içirdi. Çocuk büyürken Tanrı onunlaydı. Çocuk çölde yaşadı ve okçu oldu. Faran Çölü’nde yaşarken annesi ona Mısırlı bir kadın aldı. [Yaratılış 21/ 19- 21]
Dünyanın bilinen en eski su kaynağı olan Zemzem kuyusu Mekke’de bulunmaktadır. Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)'den önce iki bin yılı düşünelim ve en az son 1500 yıldır sadece hac ve umre niyetiyle Mekke’ye gelen milyonlarca ziyaretçiyi ele alalım. Hâlâ hepsi litrelerce zemzem suyu ile evlerine dönmektedirler.
Bunun yanında, zemzem suyu kesintisiz yirmi dört saat boyunca Kuba’ya ve Medine'deki Mescid-i Nebevî’ye nakledilmektedir. Mekke halkı, düzenli bir şekilde Zemzem’den istifade edebilmek için evlerine su depoları yerleştirmektedirler. Bu nedenle Zemzem, kuşkusuz Hz. Hâcer ve Hz. İsmail'in ev sahipliğini yaptığı mübarek bir kuyudur ve bu şehrin gelişmesi için Allah tarafından yerleştirilen bir ilk tuğla hükmündedir.
Faran’dan Parlayan Işık
Tanrı adamı Musa, ölümünden önce İsrailliler’i kutsadı. Şöyle dedi: ‘’Rab, Sina Dağı’ndan geldi, halkına Seir’den doğdu. Ve Faran Dağı’ndan parladı. On binlerce kutsalıyla birlikte geldi, sağ elinde halkı için alev alev yanan ateş vardı.’’ [Yasanın Tekrarı 33 /1- 2]
Mısır’da bulunan Sina, Hz. Musa'ya (as) ve Tevrat'a açık bir referans iken, Filistin’de bulunan Seir ise Hz. İsa’ya (as) ve İncil'e bir işarettir. Üçüncü işaretin ise son peygamber Hz. Muhammed (sallalhu aleyhi ve sellem) ‘e ve Kuran'a ait olduğunu kabul etmeyi reddedersek, Sina ve Kudüs'ün yanında zikredilmesi uygun düşen başka bir önemli olaydan mahrum kalmış oluruz. Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), risaletinin zirvesinde, 10.000 sahabi ile birlikte Faran'a (Mekke) geri dönmüş ve bu toprakları yeniden sadece tek ve gerçek ilah olan Allah’a ibadet edilen bir mekâna çevirmiştir. Hz. İbrahim (as) tarafından inşa edilen bu bina ve etrafı, şirkten ve putperestlikten tamamen arınmış ve Allah’ın nuru yeniden parlamıştır.
Kedar’ın Yaşadığı Yer
“İşte kendisine destek olduğum, gönlümün hoşnut olduğu seçtiğim kulum! Ruhum’u onun üzerine koydum. Adaleti uluslara ulaştıracak. Bağırıp çağırmayacak, sokakta sesini yükseltmeyecek. Ezilmiş kamışı kırmayacak, tüten fitili söndürmeyecek. Adaleti sadakatle ulaştıracak. Yeryüzünde adaleti sağlayana dek umudunu, cesaretini yitirmeyecek. Kıyı halkları onun yasasına umut bağlayacak.”[9] … Ey denizlere açılanlar ve denizlerdeki her şey, kıyılar ve kıyı halkları, Rabb’e yeni bir ilahi söyleyin, dünyanın dört bucağından O’nu ezgilerle övün. Bozkır ve bozkırdaki kentler, Kedar köylerinde yaşayan halk sesini yükseltsin. Sela’da oturanlar sevinçle haykırsın, bağırsın dağların doruklarından. Hepsi Rabb’i onurlandırsın, kıyı halkları O’nu övsün. Rabb’in yardım sözü yiğit gibi çıkagelecek. Rab, Savaşçı gibi gayrete gelecek. Bağırıp savaş çığlığı atacak, düşmanlarına üstünlüğünü gösterecek. [Yeşeya 42 /1- 13]
Yeşaya'daki bu kul Hz. İsa (as) olamaz. Çünkü hem Hıristiyanlığın hem de İslam’ın kabul ettiğine göre, Hz. İsa (as)’ın bir avuç havarisi adaleti infaz etme gücüne sahip olmadıkları için milletlere adaleti getiremeden yükselişini tamamlamıştır. Bu kul, Sina çölünde vefat eden Hz. Musa (as) da olamaz ki O’nun halkı sürekli direnerek peygamberlerini huzursuz etmişlerdir. İlginç bir biçimde Kutsal Kitap Kedar'ı, Hz. İsmail'in ilk doğan çocuğu
[10] olarak tanımlamaktadır. İncil, en çok hak sahibi olanın ilk oğul olduğunu ifade etmektedir. Tüm bu gerçekler, Kedar'ın yerleşim yerinin Mekke'den başka hiçbir yere uygun düşmediğini ve hem "Allah’ın adaletini" emretmek için yeterli gücü elde eden hem de Hz. İsmail'in soyundan gelen kişinin Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)‘den başka hiç kimseye uygun düşmediğini gizlemek isteyen birisi için ızdırap veren bir problem haline gelmektedir. Allah Teala’nın ayetlerinde buyurduğu gibi onlar, bu kadar göz kamaştırıcı gerçekleri gizli tutmaya çalışıyorlardı:Önceden kendilerine Kitap verilmiş olanlar, o Rasûl’ü (kıblesinin neresi olacağı dahil, bütün hususiyetleriyle) öz çocuklarını tanıdıkları gibi tanırlar. Buna rağmen içlerinden bir grup, bu hakikatı bile bile gizlemektedir. [Bakara 2/ 146]
Yuhanna ve Hz. Peygamber
Yahudi yetkililer Yahya’ya, “Sen kimsin?” diye sormak üzere Yeruşalim’den kâhinlerle Levililer’i gönderdikleri zaman Yahya’nın tanıklığı şöyle oldu –açıkça konuştu, inkâr etmedi– “Ben Mesih değilim” diye açıkça konuştu. Onlar da kendisine, “Öyleyse sen kimsin? İlyas mısın?” diye sordular. O da “Değilim” dedi. “Sen beklediğimiz peygamber misin?” sorusuna, “Hayır” yanıtını verdi. [Yuhanna 1/ 19- 21]
İsa ya da İlyas olmayan ‘’o peygamber’’ kimdir? Adının açıkça belirtilmesine bile ihtiyaç duyulmayan, hüviyeti herkes tarafından bilinen ve geleceği haber verildiği için herkes tarafından beklenen ‘’bu peygamber’’ kimdir? Bu pasaj, en azından insanların sadece yeni bir peygamber beklemediklerini, fakat mükemmel ve benzersiz bir şey beklediklerini de ima etmektedir. Gerçekten de insanlar, en büyük peygamberi ve peygamberlik müessesesinin nihayete ermesini; insanların Allah’a doğru giden yollarını son bir defa ve kalıcı olarak aydınlatabilecek birini bekliyorlardı. Ama bu kişi nereden gelecekti?
Onlara kardeşleri arasından senin gibi bir peygamber çıkaracağım. Sözlerimi onun ağzından işiteceksiniz. Kendisine buyurduklarımın tümünü onlara bildirecek. [Yasanın Tekrarı 18/ 18]
Yuhanna’ya sormuş oldukları peygamber, kendi aralarından (İsrail oğullarından) değil, onların kardeşleri arasından (Hz. İsmail’in soyundan) idi. Kutsal Kitap’ın yeni uluslararası versiyonunda ise ‘’kardeşleri arasından’’ ifadesine ‘’İsrail oğulları içinden’’ ifadesi eklenmiştir, ancak bu çok güncel bir değişikliktir. Ya belirli bir mesajın saklanması için günümüzde sürekli devam eden bir çalışmanın neticesi veya doğru bir şekilde tercüme edebilmek için her zaman doğaçlamaya başvuran bir heyetin tercihi olarak değerlendirilebilir. İkincisi, Hz. İsmail (as)’ın soyundan, hatta tüm insanlığın soyundan Efendimiz Hz. Muhammed (sallalahu aleyhi ve sellem) dışında Hz. Musa’ya daha çok benzeyen bir kimse yoktur.
[11] Üçüncüsü, Hz. Muhammed (sallalahu aleyhi ve sellem) dışında, sahabilerine yorulmadan Allah’ın kelamını öğreten başka biri yoktur ki O’nun dudaklarından dökülen tek bir kelime dahi hiçbir zaman kendi hevasından değildi.Batmaya yöneldiği zaman yıldıza andolsun ki, Arkadaşınız (Muhammed) ne yanıldı ve doğru yoldan saptı, ne de aldanıp yanlış bir yol tuttu. O, asla heva ve hevesinden konuşmaz; O’nun (Din adına) size söyledikleri, ancak kendisine vahyolunan vahiyden ibarettir. (Necm 53 /1- 4)
Hz. İsa ve ‘’Yardımcı’’
Size gerçeği söylüyorum, benim gidişim sizin yararınızadır. Gitmezsem, Yardımcı size gelmez. Ama gidersem, O’nu size gönderirim. … Size daha çok söyleyeceklerim var, ama şimdi bunlara dayanamazsınız. Ne var ki O, yani Gerçeğin Ruhu gelince, sizi tüm gerçeğe yöneltecek. Çünkü kendiliğinden konuşmayacak, yalnız duyduklarını söyleyecek ve gelecekte olacakları size bildirecek. [Yuhanna 16 /7- 13]
Madem ki Kutsal Ruh her zaman Hz. İsa ile beraberdi, öyleyse kendisi ayrılmadan gelemeyecek olan ‘’Yardımcı’’, Kutsal Ruh olamazdı. Burada Hz. İsa, Pavlus’u ya da papalığı ima etmiş de olamazdı çünkü onlar yasaları tamamlamak yerine ondan uzak kaldılar ve sema ile iletişim kurduklarına dair bir delil gösteremediler.
Sadece Hz. Muhammed Mustafa (sallallahu aleyhi ve sellem), kendi işittiği vahyi sahabilerine öğretmiş ve ileride meydana gelecek hadiseleri önceden kesin bir şekilde haber vermiştir.
[12] Bütün hakikatler hakkında kesin bir rehberlik ortaya koymuş ve insanlığa gönderilen ilahî kanunları tamamlamıştır. Mükemmel bir metaforda Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (sallallahu aleyhi ve sellem) peygamberliği, insanların korkuyla izlediği muhteşem bir binaya benzetiyor: Bir adet tuğla kaybolmuş, boşluğun kapatılması ve binanın ihtişamının tamamlanması için yerleştirilmesi gereken o tuğla eksik kalmıştır. Ardından bu hadiseyi şöyle değerlendirmiştir: ''Ben, o tuğlayım; ben, peygamberlerin mührüyüm.''
[13]Kabe’nin İnşası
Kutsal kitaplar bir yana, sadece Arabistan’daki dini değerleri düşünelim. Araplar arasında Hz. İbrahim en büyük ata olarak kabul ediliyordu ve ona çok büyük değer atfetmişlerdi. Bu nedenle O’nun Mekke’de inşa etmiş olduğu Beytullah’ı (Kâbe’yi) ziyaret ediyorlar ve O’na olan bağlılıklarını ortaya koyuyorlardı. Her ne kadar putperest olsalar da bu müşrikler Mekke’nin kutsal bir şehir olduğunu kabul ediyorlar ve Allah’ın oraya hürmet edilmesini istediğini düşünüyorlardı. Kendilerini bu mirasın varisleri olarak gördükleri için Hz. İbrahim'in inşa ettiği Kabe’ye saygı göstermeleri gerektiğini düşünüyorlardı. Allah (cc) başka hangi nedenle, Hz. İbrahim’den yeni doğmuş çocuğunu Hz. Hacer ile birlikte hususi bir yere, verimsiz bir çöl toprağına terk etmesini emretmiş olabilirdi ki? Arapların dünya görüşünün temelinde yatan değerleri göz önünde bulundurursak, Allah'ın (cc) Hz. İbrahim'i, Kabe’yi inşa etmesi için göndermesi, onun altında mübarek bir kuyu meydana getirmesi, bu nedenle büyük bir ulus oluşturması ve onu işgallerden koruması sadece ve sadece o mekânın putlarla çevrili olması ve ahlaksızlıkların merkezi haline gelmesi için olsaydı ne kadar akıl almaz olurdu. Öyleyse o zamanlar insanların, bir şeylerin gerçekleşmek üzere olduğundan ve dünyanın tam da bu bölgesinde bütün manzarayı değiştirecek önemli hadiselerin çok yakında gerçekleşeceğinden bu kadar emin olmaları hiç de sürpriz değildir.
Bir sonraki yazıda, Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'in kişiliğinin, peygamberliğinin nasıl parlak bir delili olduğunu; O’nunla tanışma şerefine nail olanları ve daha sonra O’nun mübarek hayatı hakkında araştırma yapan kişileri inceleyeceğiz.
[1] Tabakâtu’ş-Şâfiiyye: 5/ 146.
[2] Dr. Hatem el-Haj, pratisyen tıp doktoru olmasının yanı sıra el-Cinan Üniversitesi'nde (Trablus, Lübnan) İslam Hukuku alanında doktora yapmaktadır. Amerika Müslüman Hukukçular Cemiyeti’nin (Assembly of Muslim Jurists of America) kurucu üyesi olup birkaç kitap ve makale yazarıdır.
[4] Robert C. Solomon, Kathleen M. Higgins, From Africa to Zen: An Invitation to World Philosophy, s. 157, Rowman and Littlefield Yayıncılık, 2003.
[5] Bakınız: Niall McKeown, The Invention of Ancient Slavery, s. 115, Bristol Classical Yayınevi, 2007.
[6] Tirmizi, 2/79; İbn Mace, 1334, 3251; Müsned, Ahmed b. Hanbel, 5/ 451.
[7] İbn Hişam, Sîre, 1/ 382- 383.
[8] Buhari, Tefsir, Tebbet, 1- 5.
[9] Buhari, Büyu, 50; bu kaynakta yer alan hadiste, Allah Rasulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’in sahabilerinden olan Amr bin As (ra)’dan sahih olarak rivayet edildiğine göre, Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’in vasıflarının Tevrat’ta nasıl yer aldığını şöyle nakletmiştir:
‘’Sen benim kulum ve elçimsin. Ben seni mütevekkil diye isimlendirdim. O, ne katı kalpli, ne de kaba biri değildir. Çarşı pazarda rastgele bağırıp çağırmaz. Kötülüğü kötülükle kaldırmaz, bilakis affeder, bağışlar. Allah, bozulmuş dini onunla tam olarak ikâme etmeden onunla kör gözleri, sağır kulakları, paslanmış kalpleri açmadan onun ruhunu kabzetmez.’’
[10] “Doğum sırasına göre İsmail’in oğullarının adları şunlardır: İlk oğlu Nevayot. Sonra Kedar, Adbeel, Mivsam.” [Yaratılış: 25/ 13] Bkz: [1. Tarihler: 1/ 29].
[11] Hem Hz. Musa (as) hem de Hz. Muhammed (sav), iki ebeveynden doğmuş peygamberlerdi, her ikisi de hem evli hem de çocuk sahibi, her ikisi de yeni ve geniş kapsamlı bir hukuk sistemiyle geldi, her ikisi de zulümle karşı karşıya kalmışlardı ve böylece kendi ülkelerinden başka yerlere hicret ettiler, sonra zalimleri bozguna uğratmak için geri döndüler ve her ikisinin de doğal bir vefatı ve defni vardır.
[12] Peygamberliğin Delilleri serisinin ayrı bir çalışması, kehanetleri ve mucizeleri vurgulamaktadır.
Yasal Uyarı: Bu bildiri ve makalelerde ifade edilen görüş ve düşünceler, tamamen yazarlarına aittir. Ayrıca, yazarların herhangi bir platformda ifade ettikleri kişisel görüşleri, Yaqeen Enstitüsü'nü bağlamaz. Ekibimiz her açıdan çok donanımlıdır
yaptığımız araştırmaların kalitesini arttırmaya yardımcı olacak kesintisiz ve zenginleştirici diyaloglara izin verir.
Tüm hakları mahfuzdur. Yaqeen İslam Araştırmaları Enstitüsü'nün izni olmadan kullanılamaz.